angst ne demek

Angst: Anlamı, Tarihi ve Edebiyattaki Yeri

Angst, Almanca’da “kaygı”, “endişe” veya “korku” anlamına gelen bir kelimedir. Genellikle, belirli bir nesne veya durumdan kaynaklanmayan, ancak genel bir huzursuzluk veya sıkıntı hissi olarak tanımlanır. Angst, varoluşsal kaygı, ölüm korkusu, özgürlük korkusu veya anlamsızlık korkusu gibi çeşitli faktörlerden kaynaklanabilir.

Angst, edebiyatta sıklıkla işlenen bir temadır. Özellikle, 19. ve 20. yüzyıl edebiyatında, angst, modern insanın içinde bulunduğu bunalım ve yabancılaşma duygusunu ifade etmek için kullanılır.

Angst’ın Tarihi

Angst kavramı, ilk olarak 18. yüzyılda Danimarkalı filozof Søren Kierkegaard tarafından kullanılmıştır. Kierkegaard, angst’ı, insanın özgürlüğünün ve sorumluluğunun farkına varmasıyla ortaya çıkan bir varoluşsal kaygı olarak tanımlamıştır. Kierkegaard’a göre, angst, insanın özgürlüğünü kullanarak kendi kaderini belirlemesi gerektiğinin farkına varmasıyla ortaya çıkar. Bu farkındalık, insana hem heyecan hem de korku verir. Heyecan, özgürlüğün sunduğu olanaklardan kaynaklanırken, korku ise özgürlüğün getirdiği sorumluluklardan kaynaklanır.

Kierkegaard’dan sonra, angst kavramı birçok filozof ve psikolog tarafından ele alınmıştır. Alman filozof Martin Heidegger, angst’ı, insanın varoluşunun temel bir özelliği olarak görmüştür. Heidegger’e göre, angst, insanın dünyaya fırlatılmış olması ve kendi varoluşunun sorumluluğunu üstlenmesi gerektiğinin farkına varmasıyla ortaya çıkar.

Psikologlar da angst’ı, bir tür kaygı bozukluğu olarak ele almışlardır. Kaygı bozuklukları, aşırı ve kontrol edilemeyen kaygı ile karakterize edilen bir grup ruhsal hastalıktır. Angst, kaygı bozukluklarının en yaygın türlerinden biridir.

Angst Edebiyatta

Angst, edebiyatta sıklıkla işlenen bir temadır. Özellikle, 19. ve 20. yüzyıl edebiyatında, angst, modern insanın içinde bulunduğu bunalım ve yabancılaşma duygusunu ifade etmek için kullanılır.

  1. yüzyıl edebiyatında, angst, genellikle romantik şiirlerde ve romanlarda işlenir. Örneğin, Alman şair Heinrich Heine, şiirlerinde sıklıkla angst duygusunu dile getirir. Heine’nin şiirlerinde, dünya, anlamsız ve kaotik bir yer olarak tasvir edilir. İnsanlar ise, bu anlamsız dünyada yalnız ve yabancılaşmış olarak yaşarlar.

  2. yüzyıl edebiyatında, angst, daha da belirgin bir şekilde işlenir. Özellikle, varoluşçuluk akımının öncülerinden olan yazarlar, eserlerinde sıklıkla angst temasını işlerler. Örneğin, Fransız yazar Jean-Paul Sartre, Bulantı (1938) adlı romanında, başkahraman Antoine Roquentin’in angst duygusunu anlatır. Roquentin, dünyanın anlamsızlığını ve kendi varoluşunun saçmalığını fark eder. Bu farkındalık, Roquentin’de derin bir bulantı duygusu yaratır.

Alman yazar Franz Kafka, Dönüşüm (1915) adlı romanında, başkahraman Gregor Samsa’nın angst duygusunu anlatır. Samsa, bir sabah uyandığında kendini dev bir böceğe dönüşmüş olarak bulur. Bu dönüşüm, Samsa’nın hayatını altüst eder. Samsa, ailesi ve arkadaşları tarafından dışlanır ve yalnızlaştırılır. Samsa’nın yaşadığı angst, modern insanın içinde bulunduğu yabancılaşma duygusunun bir metaforudur.

Angst, edebiyatta sıklıkla işlenen bir tema olmaya devam etmektedir. Günümüz yazarları da eserlerinde angst temasını işleyerek, modern insanın içinde bulunduğu bunalım ve yabancılaşma duygusunu ifade etmeye çalışmaktadırlar.


Yayımlandı

kategorisi